24 Eylül 2008 Çarşamba

Silahşör


Güneş göğün tepesine tırmandı.Ama sanki orada çöldekinden daha az kaldı.Sonra ufka doğru inerek,iki yolcunun gölgelerinin yeniden belirlemelerine izin verdi.Gitgide yükselen topraklardan kat kat çıkmış kayalar yere gömülmüş koltuklara benziyordu.
Otlar kuruyup sararmıştı.Sonunda iki yolcunun önünde derin,bacaya benzer bir uçurum belirdi.Yanından dolaşarak yamaca çıkmak için dik bir kayaya tırmanmak zorunda kaldılar.Bu çok eski granitin üzerinde basamaklara benzeyen çatlaklar oluşmuştu.Hem genç adamın,hemde çocuğun sezdikleri gibi dağa tırmanmaları çok kolay oldu.Sonra tepedeki yüz yirmi santim genişliğindeki uçurumun kenarında durdular.
Geriye,çöle doğru inen yamaca baktılar.Çöl yüksek toprakların etrafını sarı,dev bir pençe gibi sarıyordu.Daha gerilerdeyse göz kamaştıran bembeyaz bir deniz gibi ışıldıyordu.Sıcak havanın oluşturduğu dalgaların arasında gözden kayboluyordu çöl.Silahşör hafif bir hayretle gerçeği kavradı.Bu çöl az kalsın onu öldürüyordu.Oysa şimdi durdukları bu serin yerden çöl dev gibi olmakla birlikte hiç de tehlikeli gözükmüyordu...

Hiç yorum yok: